28 Şubat 2009 Cumartesi

Abdülkadir Maradona



El Diego'nun elinde tuttuğu kendi yazdığı otobiyografisi değil. Bir Türk'ün onu anlattığı, anlatırken de kendini ihmal etmediği bir kitap. Almanya'da yaşayan Abdulkadir Atıcı isimli vatandaş Maradona'ya benzerliğiyle tanınıyor. "Abi Atici" ismiyle bilinen bu vatandaş, Maradona'ya olan benzerliğini ustaca kullanarak güzel reklam yapmış. Maradona'nın da dikkatini çeken Atıcı, kitabını Frankfurt Kitap Fuarı'nda efsaneyle buluşturmuş. Bir de www.maradona-double.de isimli internet sitesi bulunan Atıcı, yayınladığı resmilerden anlaşılacağı üzere Maradona'yla çabuk kanka olmayı başarmış. Kitabın adı ise "Maradona, Aynadaki Yüzüm". Sıcak kanlı insanlarız ne diyelim...

Abi'nin Maradona'yla Küba'da çektirdiği bir fotoğraf:

27 Şubat 2009 Cuma

Katalonya mı İspanya, yoksa İspanya mı Katalonya?


Barselona çok garip bir kulüp. Hep gariplerdi, ve her zaman da garip olmaya devam ediyorlar. Bu kez de Henry çıktı sahneye ve 'tamamen içinden gelen bir sesle' "Katalonya İspanya değil" dedi. Çorap söküğünden çıkış edasında. Bunu Puyol, Xavi veya Iniesta söylese "eyvallah" der geçersin. Ama Katalonya'ya tamamen 'Fransız' olan Henry, ülkenin ve şehrin coğrafyasını çabuk çözmüş. Şu sıralar Arsenal günlerinin oldukça altında kalan Henry bu şekilde 'gönüllerde taht kurup' teraziyi dengelemeye mi çalışıyor anlamadık.

Bir de Laporta vakası var tabi. Maçlara Katalonya milli marşı okuyarak çıkmaktan Katalonya milli takımı kurmaya kadar bir çok fantezisi var başkanın. Uzun zamandır siyasete gireceği iddia ediliyor -ki çok güçlü bir iddia-. Futbol maçlarının en şiddetli geçtiği ülkerlerden İtalya'da ise Sicilya halkı akıllara gelir. Ama 'Mafia' kelimesini dünyaya öğreten onlar bile bu kadar değiller.

Katalonya'dan devam edelim. İspanya'yı oluşturan 17 "yarı özerk" yönetimden biri olan Katalonya, ülkenin en zengin bölgelerinden biri. İspanya'daki üretimin yüzde 19'unun yapıldığı Katalonya'da kişi başına düşen milli gelir de ülke ortalamasının yüzde 20 üzerinde. Yaklaşık 6.8 milyon Katalan, 32 bin kilometrekarelik bir alanda yaşıyor. Katalonya özerk yönetiminin resmi dilleriyse Katalanca ve İspanyolca. 20'nci yüzyılın başlarında elde ettiği özerkliği General Franco iktidarıyla kaybeden Katalonya, 1978 anayasasının yürürlüğe girmesinin ardından, 1979'da düzenlenen referandumla kısmi özerkliğe yeniden kavuştu. -Tam özerklik için yıllardır uğraşsalar da henüz fayda etmedi.

Bu Katalonya geyiği çıktığında aklıma hep Türkiye gelir. Düşünsenize; Diyarbakırspor Başkanı Abdurrahman Yakut, bir anda çıkıyor ve "Maçlara Kürdistan marşıyla çıkacağız" diyor. Diyarbakırsporlu futbolcu Ömer Kaplan da "Diyarbakır Türkiye değildir" diyor. Diyarbakırspor'la Barselona'yı kıyaslamıyorum. Sadece bir örnek. Ama sistem aynı. Ne olursa olsun fantezilerin gerçekleşmesi zordur. En azından ben hayattayken gerçekleşmezse çok iyi olur.

Ronaldinho'nun tavan yaptığı zamanlarda Barselona, dünyada en çok hayranı olduğum kulüptü. Ama bu son açıklamalar iyice kabak tadı verdi.

Simon Kuper abimizin dediği gibi 'Futbol asla sadece futbol değildir.' Bir ufak ekleme de ben yapayım; yarısından fazlası siyasettir. Bizler her ne kadar nefret etsek de...

Özlenen kareler #1

Metin, Ali, Feyyaz, Ulvi, Rıza, Gökhan ve emektar başkan Süleyman Seba. Tam bir Beşiktaş tablosu...

Bu işte bi terslik var

İki resim arasındaki 7 benzerlik

1- 2000'de kadronun yaş ortalaması 26.65, 2009'un kadrosu 28,04

2- 2000'de Adnan Polat,CHP'nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olmuştu, fakat seçilemedi. 2009 G.Saray başkanı oldu.

3- 2000 yılının teknik direktörü Fatih Terim, futbolculuk döneminde G.Saray formasıyla 327 maça çıktı, Bülent Korkmaz ise 630 maçla rekor kırdı.

4- 2000'de UEFA Kupası'nı kaldılaran takımın kaptanı Bülent Korkmaz, şimdi teknik direktör.

5- 2000'deki kadroda 8 oyuncu altyapıdan yetişmişti. Bu sezon kadroda 7 oyuncu altyapıdan geldi.

6-2000'de G.Saray'ın kalesinde Brezilya Milli Takımı'nın kalecisi vardı, 2009'da İtalya Milli Takımı'nın yedek kalecisi var.

7-2000'in üzerinden 8 yıl geçti. Ama UEFA ruhu hiç bitmedi.

25 Şubat 2009 Çarşamba

"İyiki doğurmuşum!"

Dolores Aveiro geçen sene "FIFA yılın futbolcusu" ödülünü alan oğluna kadeh kaldırıyor...

Beck Street Boys


Milan'ın yıldızları havaalanında uçak beklerken...

Maradona'ya hapis yolu!

El Diego bu kez de Buenos Aires'te sahneye çıktı. Cipiyle bir telefon kulübesine çarpan Maradona, bu sırada 2 kişiyi yaraladığı için 1 yıl hapis ceza alabileceği açıklandı. Maradona, her zamanki gibi çakallığa yatarak aracı kendisinin kulanmadığını iddia etmiş. Ama görgü tanıkları da Diego'nun mumunu söndürmüş. Kefaletle serbest kalacaktır muhtemelen. Hangi halk "Dios" dediği adamı hapse tıkarki?..Hele ki Dünya Kupası elemelerine bu kadar az zaman kalmışken...

Inter - Manchester United

Şampiyonlar Lig'inde gecenin en büyük maçında Inter, evinde ManU'yu konuk etti. Beklenen kadar olmasa da zevkli ve tempolu bir futbol oynandı. Ancak evinde oynayan sanki Inter değil de ManU'ydu. Inter de Giuseppe Meazze'de deplasmana çıkmış gibiydi. İlk 15 dakikaya kadar kendi yarı alanından çıkamayan bir Inter izledik. Manchester United'da ise savunma ağırlıklı çıktığı maçı elinden kaçırdı. İngiliz ekibinde görevini layıkıyla yapmayan yok gibiydi. Inter'de ise en çok akılda kalan adam Zanetti oldu. Arjantinli savunmacı 90 dakika boyunca çift ciğer varmış gibi koştu, mücadele etti. Stankovic'in son dakikalardaki hırsı ise görülmeye değerdi.


Bu arada Zanetti, dün çıktığı maçla Inter tarihinde Avrupa kupalarında en fazla forma giyen oyuncu unvanını ele geçirdi. Maç öncesi 117 karşılaşma ile Giuseppe Bergomi ile bu unvanı paylaşıyordu. 14 yıldır Inter forması giyen Zanetti, rekor gecesinde iyi bir futbol ortaya koysa da İngiltere'ye tedirgin gidecek olan futbol takımında yer aldı.

Bir paragrafta Medina Cantalejo'ya. İspanyol hakem, Giuseppe Meazze'deki taraftarlarla birlikte televizyonu başında maçı izleyenleri de çıldırttı. Ronaldo rüzgardan sallansa faul düdüğü ağzına gitti. Güme giden bir çok Inter atağını saymıyorum bile. Orta alanda çaldığı faullerle kesilen ataklar, Inter'in ritimsiz futbolundaki en büyük etkendi dün gece. Neredeyse tüm takdir haklarını Kırmızılar'dan yana kullandı İspanyol. Sonunda Mourinho'yu da Toldo'yu çıldırttı. Zaten yeterince meyilliler...
Küçük bir detay daha; Sir Alex Ferguson'un yüzünden Jose Mourinho'ya olan sevgisini anlayabilirsiniz..








23 Şubat 2009 Pazartesi

Hey gidi günler...

Şark köşesinde nargile keyfi yapan bu iki simayı tanıdınız m? 1992 yılında Fenerbahçe Futbol Şube Sorumlusu Aziz Yıldırım ve Galatasaray Futbol Şube Sorumlusu Yurdeşen Karahasan. Futbolcu kaçırmasıyla ünlü Yurdeşen Karahasan, yine bir transfer görüşmesine gitmiştir muhtemelen. Ama benim takıldığım nokta; Aziz Yıldırım ne kadar da masun görünüyor değil mi?..

Büyük kaptana büyük fırsat !


Sezon başından beri tartışılan Skibbe'nin bileti sonunda kesildi. Galatasaray'da boş düzenden kurtulmak için bir takımdan 5 yemesi gerekiyormuş galiba. Bordeaux maçından sonra "Bu sefer sistemi ne olacak?" diye merakla beklediğim Alman çalıştırıcının bu kez sistemi değil kendisi çöktü. G.Saray'a 5 gol atarak gelen Skibbe, yine 5 gol yiyerek Florya'nın çıkş kapısının yolunu tuttu. Kocaelispor maçı sonunda skor tabelasındaki görüntü yönetimde soğuk su etkisi yaptı ve uyandırdı.

Ve aynı yönetim, Skibbe'nin yerine Galatasaray'ın öz evlatlarından Bülent Korkmaz'ı getirdi. -İddialara göre Hagi reddetmiş- Teknik direktörlük kariyeri süresince Anadolu kulüplerinde (G.Birliği, K.Erciyesspor, Bursaspor) başarılı maçlar çıkaran Bülent Korkmaz, 21 yıl aralıksız formasını giydiği Galatasaray'a geri döndü. Açıkçası beklediğim -ama az ihtimal verdiğim- bir haberdi bu. Futbolculuk kariyerinde hırsıyla, takımı ateşlemesiyle, kısacası "kaptanlığı" ile gönüllerde taht kuran Korkmaz'a yuvasında başarılar dileriz.

Ama aklıma gelmeden de olmuyor. Yakın tarihte; Ertuğrul Sağlam da aynı ümitlerle Beşiktaş'ın başına geçmişti. Efendiliğiyle, teknik direktörlük zekasıyla ve en önemlisi "adamlığıyla" büyük beğeni toplayan genç hoca yönetimin üzerine oynadığı oyunlar sonunda "adam gibi" istfia etmek zorunda kalmıştı.

Avrupa'ya bakacak olursak; bu konuda en yakın örnek Barselona'nın hocası Pep Guardiola olur. Futbolculuk yıllarının ardından önce Barselona B takımının başına geçerek (21 Haziran 2007) Katalan devine tekrar adım atan Guardiola, Frank Reijkaard'ın ardından büyük kuşkular eşliğinde (8 Mayıs 2008) Barseolan'nın başına geçti. Şimdi ise sonuç ortada; Geçen hafta Espanyol'a boyun eğse de La Liga'yı gol rekoru kırarak şampiyon olacağındna kimsenin şüphesi yok.

İki yakın tarihli örnek karşımızda. Yıllarca formasını giydiğin takımın yıllar sonra başına geçmek elbette çok güzel bir duygu olsa gerek. Bülent Korkmaz'ın bu G.Saray kadrosuna -özellikle gençlere- öğreteceği çok şey var. Şampiyonluk için ise çok fazla yorulacağını sanmıyorum. Çünkü takımdaki birlik duygusunu tekrar yakalattığı takdirde pek de durdurulabilecekleri söylenemez. 13 hafta sonra karne ortaya çıkacak...

Not: Bülent Korkmaz'ın Kalli'nin altında çalışacağı haberleri dolaşıyor. Ancak bu bir şeyi değiştirmez. Kalli bu takımın teknik danışmanıysa elbette Skkibe'ye bir takım öğütler vermiştir ve bu nedenle başarıda olduğu gibi başarısızlıkta da pay sahibidir. Şu saatten sonra olabilecek her türlü iyi veya kötü sonuçlarda ise pay yüzde 51'lik oranla Bülent Korkmaz'da olacaktır.

20 Şubat 2009 Cuma

Jr. D10S

Arjantin ahalisinin merakla beklediği Jr. D10s dünyaya gözlerini açtı. Açar açmaz da ileride oynayacağı mevkinin tartışmaları başladı. Dedesi gibi 10 numara mı, yoksa babası gibi forvet mi? Bakarsın ön libero olur çıkar. Ya futbolcu olmazsa? Yok canım, bence de bunun ihtimali çok düşük. Adında hem "Agüero" hem de "Maradona" kelimeleri geçen bir çocuk zaten potansiyel futbolcudur. Hatta transfer teklifleri için hastanenin önünde kuyruk oluşmuştur.
Merak ettiğim nokta ise Arjantin milliyetçiliğiyle bilinen Maradona'nın torununun Madrid'te doğması. Neyse. Böylelikle Maradona'nın en küçük kızı Gianina, evlenmeden çocuk sahibi oldu. Diego'ya da ilk defa dedlik heycanın tatmak kaldı. Bütün Maradona ailesine hayırlı olsun.
Benjamin Agüero Maradona'yı da 20 yıl sonra sahalarda görürüz sanırım...Dedesini izleyemedik, torununa yetişiriz biz de...



Lucescu fırtınası Avrupa'da !



Türk futbolseverlerin yakından tanıdığı Lucescu, Ukrayna'da efsane olma yolunda hızla ilerliyor!..

Türkiye'de iki ayrı takımı üst üste şampiyon yapan tek teknik direktör olarak tarihe geçen Mircea Lucescu, Shakthar Donetsk'in başında da fırtına gibi esiyor.
Takımını UEFA Kupası'nda 3 Tur'a kadar taşıyan tecrübeli teknik adam, ilk maçında evinde Tottenham'ı 2-0 mağlup ederek bir kez daha dikkatleri üzerine çekti. Yevgen Seleznov ve Jadson'un golleriyle rövanş maçı öncesi büyük avantaj yakalayan Shakhtar, gruplara kalma yolunda da emin adımlarla ilerliyor.
LİGDE DE FIRTINA GİBİ

UEFA Kupası'nda fire vermeyen Shakhtar Dontesk, Vyscha Liga'da da büyük bir çıkış yakaladı. 17 haftanın geride kaldığı ligde 31 puanla 5. sırada bulunan Shakhtar Donetsk, son haftalarda aldığı galibiyetlerle zirvedeki Dinamo Kiev ve Metalis Kharkiv'i takibini yakınlaştırdı.
11 maçtır yenilgi yüzü görmeyen Lucescu'lu Shakhtar Donetsk, son 5 maçtan da galip ayrılmayı başardı. Shakhtar Donetsk, Ukrayna Ligi'nde son iki sezondur şampiyonluğu kaptırmıyor.

G.SARAY'A ÇEYREK FİNAL OYNATMIŞTI

Rumen çalıştırıcı, Galatatasaray'da Fatih Terim'den devraldığı koltukta oldukça başarılı işler çıkardı. 2000 yılında Süper Kupa'yı G.Saray'a kazandıran Lucescu, 2000 - 2001 sezonunda Galatasaray'a Şampiyonlar Ligi'nde Çeyrek Final oynattı. 2001 - 2002 sezonunda ise Galatasaray'la Türkiye Ligi şampiyonluğunu yakaladı.


BEŞİKTAŞ'IN SON ŞAMPİYONLUĞU
Galatasaray'daki bu başarısına rağmen sezon sonunda gönderilen tecrübeli çalıştırıcı 2002 - 2003 sezonunda Beşiktaş'ın yolunun tuttu. Geldiği sezon Beşiktaş'ı UEFA'da çeyrek final oynatma başarısı gösteren Lucescu aynı sezon Beşiktaş'ı Türkiye Ligi şampiyonu yaparak Türk futbol tarihine adını altın harflerle yazdırdı.

Lucescu'yu gönderen zihniyet UEFA maçlarını izliyordur umarım!..

NBA All Star 2009'un en renkli adamı kendini aşmaya kalktı. Lig tarihinde kaçırdığı 5 bin 805 serbest atışla tarihe geçen Shaquille O'neal "Ulan ben istesem gözüm kapalı bile serbest atış atarım" mesajı veriyor.

19 Şubat 2009 Perşembe

Sami Yen'de de zor

"Avrupa arenasında eski günlerini arayan Galatasaray, Bordeaux deplasmanından avantajlı bir skorla döndü. Ali Sami Yen'de bu iş biter" şeklinde başlayan bir yazıya başlamak isterdim ama kendimin inanmadığı birşeyi elim yazmaya gitmiyor. En iyisi üstteki cümleyi iki parçaya ayırarak anlatayım:

1. "Avrupa arenasında eski günlerini arayan G.Saray": "Her sene eski günlerini arayan Galatasaray" şeklinde değiştirerek başlayalım. 9 senedir aynı cümleyle giriş yapılır G.Saray'ın Avrupa maçları haberlerine. Ama eski günler hiç gelmez. -İnşallah bu sene gelir o ayrı- Ama geçmişe bakarak yaşanmaz. Sadece ders alınır.

2. "Bordeaux deplasmanından avantajlı bir skorla döndü": Bu cümle aslında izafi bir düşünce. Mağlubiyetle başlamaktan daha iyidir elbette. Ancak Fransa'da oynanan bu futbol rövanş için hiç de ümit vermiyor. Yarım Kewell dışında tam kadro olan bir G.Saray'dan beklenen daha fazlasıydı. En azından oyun anlamında.

Galatasaray'ın bu sezon, 2000 yılındaki kadrosundan bile daha kaliteli (Bana göre) bir kadrosu var. -Hagi dışında. O'nun yeri asla tam olarak dolmaz- G.Saray, kağıt üzerinde Bordeaux'a kıyasla daha kaliteli bir ekip görüntüsü çiziyor. Ancak iş sahaya gelince işler değişiyor. Fizik gücünü iyi kullanan bir ekip karşısında teknik oyuncular da her zaman istediğini yapamıyor. Bu maçta Hertha Berlin maçında olduğu gibi yine patlama yapması beklenen Lincoln bekleneni veremese de yine elinden geleni yaptı. Milan Baros'u yine birkaç kez gol posizyonuna sokmayı başardı. Ancak Çek golcü istediklerini bir türlü sahaya yansıtamayınca skor tabelası da değişmedi.

Maçtaki en net gol pozisyonunu Kewell 2 metreden kaleci Rame'ye nişanlayarak kaçırınca iyice moraller bozuldu. De Sanctis ise gecenin tek mutlu eden adamıydı.

'SAKAL' VE 'BIYIK' İKİLEMİ

Bir de işin Skibbe boyutu var tabi. Alman hoca hep "G.Saray'ın büyüklüğünü anlayamadı. Silahlarını kullanamıyor" diye eleştirilirken Fransa'da herkesi şaşırtan bir kadro ile çıktı sahaya. Gel gelelim orta saha sistemde kalabalık gibi gözükse de yol geçen hanı oldu. Mehmet Topal da olmasa hepten duman olurdu o ayrı. Üçlü savunma fikri kanatlarda Arda ve Kewell'ın iki kat efor sarfetmesine neden oldu. Nitekim G.Saray bir çok pozisyonu da kanatlardan yedi. Kewell'ın sakatlıktan daha yeni çıkmış olması da unutulmaması gerek bir konu. Ligde "korkak oynuyor" diye eleştirilen Skibbe'nin bu maçtaki tercihleri de tam tersiydi. Ama olmadı. Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık hesabı.

Süper Lig'de geçen hafta Antalyaspor'a 1-0 mağlup olan G.Saray Pazar günü canı dişinde olan bir Kocaelipor'la karşılaşacak. En ufak bir kaza kurşunu yine Skibbe'nin kovulduğu haberleriyle manşetlere taşınacak. Haftaya oynanacak olan rövanş öncesi hem moral hem de kamuoyunu sakin tutmak açısından bu maç çok önemli. Bakalım Skibbe bu maçta nasıl bir sistem kuracak. Merakla bekliyoruz...

18 Şubat 2009 Çarşamba

Siftah tabiki D10S'tan


Bloga adını verdiğim yüce kişilikle başlamak istedim. Nam-ı değer El Diego'yla. O'nu çıplak gözle izleme şansı yakalayamamış olsak da bu durum hayranlığımızı eksiltmez. Hayatı boyunca bir çok kez batan, ama her battığı pislikten de bir şekilde çıkmasını becerebilen küçük dev adamdır kendileri. O'nun için en çok hoşuma giden tanım her zaman "D10S" olmuştur. Hem yaratıcı, hem de anlamının cuk oturması sebebiyle. Muhtemelen D10S'un anlamını bir çok kişi bilir. Ancak bilmeyenleri düşünerek bir kez daha tekrar edelim; Orjinali "Dios" olan kelime İspanyolca olup anlamı da "Tanrı"dır. Dünyada 10 numaralı formanın en çok yakıştığı adam da Maradona olunca Arjantinliler böyle bir sentez yaratmıştır kendilerince. Daha sonra neredeyse tüm dünyanın kabul edeceği şekilde.

"Legends may sleep but they never die" derler bizim oralarda. Kokain yüzünden ölümün eşiğinden dönen ve "artık bitti" denilen noktada yine yeniden doğup Arjantin Milli Takımı'nın başına geçebilenler için. Neyse şimdilik daha fazla uzatmaya gerek yok. El Diego hakkında bir çok ilginç detayı daha sonra blogdan paylaşacağım. Bitirişi Napoli'li taraftarların bir sözüyle yapalım bari; "Tanrı Maradona'yı, Maradona da futbolu yarattı!"