30 Haziran 2009 Salı
Sen ağlama dayanamam
Wimbledon'da çeyrek final için son şampiyon Venüs Williams ve geri dönmek için savaşan Ana Ivanovic karşı karşıya geldi. Maçın mutlak favorisi 5 Wimbledon şampiyonluğu olan Venüs'tü elbette. Yine bir "acaba" vardı işin içinde. Ama maalesef olmadı. Ana, ilk seti farklı verse de ikinci setteki ilk oyunu almıştı. Sonra sol bacağındaki nükseden sakatlığı maçı bitirdi. Üzüldüm, hem de çok... Sakatlığı nedeniyle turnuvaya bile katılamayan Nadal'dan sonra Ivanovic de aynı belayla yüz yüze kaldı. Yeni bir şey değil zaten. Turnuva öncesinde de sakatlığı olduğu biliniyordu. Yine de herşeye rağmen savaşması bile bana göre kendini tekrar kanıtlamaya yetti. Bir kez daha gönülleri fethetti...
Venüs de çeyrek finalde Radwanska'yla eşleşti.
26 Haziran 2009 Cuma
The Kings: Michael Jordan vs. Michael Jackson
"Krallar ölmez" diye biliriz biz. Kralcı da değilizdir aslında. Ancak iş kalplerin krallarına gelince işler değişir, ayrı bir hayranlık duyarız. Bu krallardan ikisini bugün tekrar anmak gerekir.
Malum, Krallar'dan biri dün gece yarısı tacını bu dünyada bıraktı. Son dönem gençliğinin sadece skandal iddialarıyla duymak zorunda kaldığı Michael Jackson, hayatını kaybetti. 80'lerde yaşayıp o günleri dünya gözüyle görmek isterdik tabii. Ama bu hayal olsa bile olmazdı heralde. Çünkü o dönemlerde ülkemizde yaşanan bölünmüşlük ve darbeler popun kralını unuttururdu yine bize. Galiba hiçbirşeyi tam olarak yaşayamacağız. Yine de moonwalker'ı dönemin tüm gençleri gibi bizler de çok denedik. Bizler de diğerleri gibi yapamadık.
Herneyse konuyu dağıtmadan paylaşmak istediklerime geçeyim. Krallar dedik ya; biri Pop'un kralı Micheal Jackson, diğeri ise basketbolun kralı Michael Jordan. Onları bu nacizhane spor blogunda buluşturan ise 1992 yılında "Jam"e çekilen bu video. Buyrun...
(Özellikle videonun sonlarında Jordan'ın moonwalker'ı yapmaya çalışması izlemeye fazlasıyla değer:)
19 Haziran 2009 Cuma
13 Haziran 2009 Cumartesi
Bir yorum
Master Card
Cevapsız 3 soru
Şimdi;
1: Fener taraftarı ne yapacak? Zorla alınmış bir futbolcuyu bağrına mı basacak?
2: "Savaşan takım kuracağım" diyen Aziz Yıldırım, "Beşiktaşlıyım" diyen oyuncuyla mı savaşacak? Ve bununla mı övünecek?
3: Ve en önemlisi; Psikolojisi alt-üst olan Mehmet Topuz, eskisi gibi olabilecek mi? Yoksa F.Bahçe'nin yine çok övündüğü Emre gibi ellerinde mi patlayacak? (Ki bence kuvvetle muhtemel)
Hadi bakalım Aziz Yıldırım, oynat da görelim...
Not Defteri
(Bu spor blogunda bu kez hayata dair bir yazı yazmak geldi içimden. Sebebini ben de bilmiyorum.)
Geçmişten gelen bir alışkanlık durumuydu bende not defteri tutmak. Öyle sayfalar dolusu şiirler ya da hikayeler yazmıyordum ama kendimce tüm küçük ayrıntıları not ediyordum. Bir ara bu alışkanlıktan vazgeçer gibi oldum. "Artık ne gerek var hepsi zaten kafamda" diye düşündüm. Ama insan evladı peygamber de olsa unutuyor bazı şeyleri aradan geçen zamanda anladım. Sonra yeniden masamın yanına bir not defteri, bir kalemlik dolusu da kalemi her zaman hazır tutmaya başladım. Bazen izlediğim bir filmde küçük bir sahneyi, bazen okuduğum bir yazıda bir cümleyi, bazen de aklıma gelen "Ulan ben niye böyle yapmıyorum" dediğim durumları karalamaya başladım. Sonra baktım ki baya birikmiş. Bu kadar küçük şeylerin böylesine yer kaplaması bana garip geldi. Hepsi hepsi ufak birer nottu ne de olsa. Not alıp da yapmadığım bir ton şey geldi bir de aklıma. Meğer ne çok şey yapmamışım ben. "Nasıl olsa zaman var" derken ertelen notlardan kitap çıkar heralde. Not defterinde yeni bir sayfaya geçmek, artık çok soyut bir şey oldu. Yeni "yaparım"lar ve yeni "ertelenen"ler. Eski ise yine önceki sayfalarda...
Ve artık zamanın daraldığını hissetikçe, yapılamayanlar, yapmaya zaman kalmayanlar, ya da yapmaya izin verilmeyenlerle dolu not defteri son sayfasıyla selamladı beni. Bundan sonra o sayfanın değerini bilmek lazım. Bunu da not aldım...